Tutkusunun peşinde koşan bir kadın: Afife
Bir kadın düşünün; sahnede olmak, erkek egemenliğini yıkmak için var gücüyle çalışsın, hayaller kursun ve kendinden sonrakilere örnek olsun. İşte o kadın Müslüman-Türk kadınlarının tiyatro sahnesinde yer almasında öncülük eden, asıl adıyla Afife, kimine göre de sahne adını da ekleyerek Afife Jale.
Geçtiğimiz yıllarda Cahide Sonku’nun hayatını ‘Cahide: Melekler Yeryüzünde Yaşayamaz’ isimli kitabıyla gerçek ve kurmacayı birleştirerek kaleme alan senarist yazar Eyüphan Erkul, bu kez de Türkiye tiyatrosunun ünlü ismi Afife’nin yaşamını ‘Afife: Mavi Bir Melek’ kitabıyla yine aynı anlatış biçimiyle ele alıyor. Kitabın başında “Gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkan kurgusal biyografi romanıdır” uyarısı yapılsa da okuyucu bazen kendini kaptırıveriyor.
MÜZİKLE ROMAN BİR ARADA
‘Afife: Mavi Bir Melek’i anlatırken girişinden söz etmesem olmaz… Zira Eyüphan Erkul, ‘Afife’nin kurgusal romanını yazarken müzikten yararlanmış ve bölümler arasında bağlantılar kurmuş. Yazarın zevki bluestan yana olsa da Afife’nin yaşadığı zamanlarda, dünya genelinde bu tür müzik yaygın olmayınca, 1920’lerin ruhuna yöneldiğinin ve Klasik Türk Sanat Müziği’ni öne çıkardığının altını çiziyor. Sanat müziğinin de, blues gibi ana ses kalıplarıyla ilerlediğini, birinde ‘pentatonik’in diğerinde ‘makam’a denk geldiğini kitabın girişinden öğrendiğimi belirtmeliyim. Böyle bakınca neşe, hüzün, keder, acı, coşku ve mutluluk gibi insana dair duygularla karşı karşıya kalıyorsunuz. Romandan yola çıkılarak yapılan müzikli göndermenin ilk olmadığını belirten Erkul, Attila İlhan’ın sanat müziğinin makamlarını, şiirlerinde buluşturduğuna dikkat çekiyor ve ünlü şaire saygı duruşunda bulunuyor.
İLİŞKİLER DE ZOR, SAVAŞ ORTAMI DA…
Gelelim asıl konumuza ve Afife’nin kurgusal hayatına… Afife, Kadıköy’de bir köşkte annesi, babası, ablası ve eniştesiyle yaşıyor. Kalbi tiyatro için atıyor. 1918’de kadınlar için her şey zor; eğitim almak kadar, aldığı işi yapmak da… Hele ki tiyatro yapmak ve sahneye çıkmak zinhar kabul edilmiyor. Oysa Ermeni kadınlar, tiyatro sahnesindeler. Mesela kitap boyunca adı geçen Eliza Binemeciyan gibi… Ailesinden gizli sınava giriyor Afife. 10 Kasım 1918 günü İstanbul Şehir Tiyatroları, o zamanki adıyla Darülbedayi’ye öğrenci olarak kabul edilen Beyza, Refika, Behire ve Memduha adlı beş kızdan biri oluyor. Ancak babası önündeki büyük engel; hayatı boyunca Afife’ye çok çektiriyor, kızının okula kabul edilmesi için imza bile vermiyor, annesi Methiye Hanım’dan alıyor gerekli imzaları ama hiç unutmuyor Afife… Sık sık inatla neden tiyatro yapmak istediğini anlatıyor, varlığını ve işini kabul ettirmenin kavgasını veriyor. Onun hayatında çok özel bir yeri olan paşa dedesi Sait Bey’in her başı ağrıdığında iğneler yapsa da Afife, eczaneden bulduğu ilaçların da yardımıyla ağrılarını yatıştırmaya çalışıyor. Çalışıyor demişken, her anlamda çok çalışıyor Afife… Hem tiyatro oyunlarına çalışıyor hem kişiliğiyle var olmaya çalışıyor hem de erkek egemenliğini vurgulayan, kadının her anlamda yok sayıldığı bir ortamda kadın olmaya çalışıyor.
İLK SAHNE DENEYİMİ
1919 yılının 13 Nisan gecesi prömiyeri yapılacak olan, Hüseyin Suat’ın ‘Yamalar’ adlı oyununda Emel rolü, Eliza Binemeciyan’ın Paris’e dönmesiyle ortada kalıyor. Darülbedayi yöneticileri ister istemez rolü Afife’ye oynatmak istiyor. Böylelikle Afife, 22 Nisan gecesi, Kadıköy’deki Apollon Sineması’nda Emel rolünü oynayarak sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını oluveriyor. Ne kadar engellenmeye çalışılsa da genç sanatçı bir hafta sonra da ‘Tatlı Sır’ oyununda yeniden sahneye çıkıyor. Ancak Afife, polis tarafından tutuklanmak istenince, Kınar Hanım tarafından arka bahçeye kaçırılarak polislerin elinden zor kurtuluyor.
‘HAYATIMDA MESUT OLDUĞUM İLK GECE’
Üçüncü piyesi olan Odalık’ta oynarken, polis yine tiyatroyu basıyor. Afife bu kez de makine dairesinden kaçırılıyor. Bu zaptiye baskınında, Afife arkadaşlarınca kaçırılmışsa da, daha sonra polis tarafından yakalanarak karakola götürülüp hırpalanıyor. Aynı hayatında olduğu gibi dini, kadın oluşu, Müslüman olarak sahneye çıkışı hep sorgulanıyor. Afife sahnede de, ‘Jale’ lakabını kullanmaya başlayıp, sanatı için baba evini terk ediyor.
AŞK VAR AMA NASIL AŞK?
1921’de Dahiliye Nezareti’nin bir buyruğu ile belediye, 27 Şubat günü 204 sayılı bildiriyi Darülbedayi Yönetim Kurulu’na gönderiyor. Bildiride, ‘Müslüman kadınların kesinlikle sahneye çıkamayacakları’ yazıyor. Bu bildiri üzerine Afife’nin, Darülbedayi’deki ücretli görevi de son buluyor. Birkaç yıl sonra ki, (bu yıllar çok zor geçiyor) ortalık biraz durulunca yeniden tiyatroya dönüyor. Burhanettin Tepsi Kumpanyası’nın tiyatro topluluğu ile Kadıköy’de oynuyor. Başında da belirttiğim ve kitapta da defalarca altı çizildiği üzere kurgusal ilerleyen kitapta öyküsel bir anlatım var, bazı detaylar yok, aşk var ama o da aşkları pek bilinmeyen meslektaşı Turgut Cemil’e ve tabii ki mesleğine duyduğu büyük aşk; doktoruna duyduğu aşk ucundan köşesinden anlaşılsa da, Selahattin Pınar’la evliliği yok mesela… Pınar’ın kendisi için bestelediği ‘Nereden Sevdim O Zalim Kadını’, ‘Huysuz ve Tatlı Kadın’ gibi şarkıların hikayesi, kimsesiz ve parasız, parklarda yatıp kalktığı, aşevlerinde karnını doyurduğu, yaşamının son durağı Balıklı Rum Hastanesi’nde hayatının son evreleri de… Olmak zorunda mı? Hayır, değil ama Afife’nin hayatını bilen ve takip edenlerin kitabı okuması halinde bu ayrıntılara ulaşamayacaklarını bilmelerinde fayda var, hayal kırıklığı olmaması açısından… İstanbul’un işgal altında olduğu yıllar, Afife’nin çektiği acılar, o dönemde yaşananlar ve yaşatılanlar buruk gelse de ‘Afife: Mavi Bir Melek’ okunacak kitaplar arasında yerini almalı…